twitter
    Twitter ile olan biteni takip edin :)

31 Mayıs 2012 Perşembe


Çıplak gerçek biraz tatsızdır ama mademki ömürleri koyuyoruz masaya realist olmakta sayısız fayda var. Öncelikle artık insanlar eskisi kadar erken evlenmiyorlar ve birbirlerine de bizden önceki kuşaklar kadar katlanmıyorlar. Yani ilişkinin sırtına bindiğinizde sonsuza uzanan bir menzile gitmiyoruz artık. Kadın erkek herkesin hayatında birden fazla isim, yüz, vücut, ten oluyor . İşbu yazı Türk erkeğinin bilinçaltındaki beklenti listesi ile ilgilidir;

16 - 30 yaş arası :
Hatun kişinin, delikanlının arkadaşları tarafından ağır abla, kafa kız olarak algılanması beklenir.
Bakımlı hatta mümkünse “tikky” olmalıdır kız. Delikanlı istediği kadar ideoloji ile donansın, istediği kadar rocker olsun fönlü saç, eye liner, punk scalasında ojeli tırnaklara baygınlık geçirecektir.
Türk genci sevişmek ister, kızdan da arzulu bir eşlik bekler ancak hanım kızımız delikanlıdan daha görmüş geçirmiş olmamalıdır. Dehşete kapılan immature bünye duyduğu korku ve aşağılık kompleksini "bu kaşar aaabii yeaaa" diyerek dışa vuracak, kızı kankalara teşhir edecektir.

Kızımız delikanlının ailesine olduğunca zıt bir sosyal katmandan, hatta mümkünse başka mezhep ve/veya dinden olmalıdır. Genç Oedipus'un babasıyla tamamlayamadığı hesapları vardır hala ...
Kız hem burjuva takılmalı hem de söğüşçüye, dürümcüye, ucuz birahanelere gitmeye ses çıkarmamalıdır. Bir nevi beşibiryerde olmalıdır.

30 - 45 yaş arası :
Artık evlenme ve üreme çağında olduğuna kanaat getiren oğlumuz kızdan anne rolü kesmesini bekler. Hanım hanımcık, ütü çamaşır bilir, delikanlının arkasını toplar roldeki kızlar prim yapar ...

Hanım kızımızın bütün bu anneliğine rağmen arada bebek gibi konuşup, çaresiz küçük kız triplerine girmesi de gereklidir. "twist to open" bira kapağını açamamak ya da telefonun mesaj zımbırtısının ayarlarını yapamamak gibi salakça ve er kişinin de yapamayıp rezil olmayacağı şeyler olmalıdır bunlar. Çoğu hanım kızımız bile bile bu aptal salak rollere girerler.

Türk genci sevişmek ister, bu yaşlarda yataktaki performansın uygun bir dille övülmesi şarttır. Ancak kızımız bunu bakire ağzıyla yapmalıdır; "şimdiye kadarkilerin en iyisi sendin" yerine "kaç kere geldiğimi sayamadım müthişsin ya da “ bütün kızlarla böylemiydi" benzeri tuzak ve mevzi kazandırıcı övgüler sarfetmelidir hanım kızımız.

Bu dönemde erkeğin hayatına giren kızımızın iyi bir tahsili, işi ve aileden mülkü olmalıdır. Oğlanın hayatındaki tek kadın olmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyecek "anne" nin gözüne ancak o şekilde girilebilinir ve onay alınabilir. Oğlan ne kadar esip kükrese de annesi kızı beğenmediyse eninde sonunda "anne" kazanacaktır. Türk erkeği feodaldir.

Kızımız İdareli, Emine Beder gibi bir ev kadını ve aşçı, Paris Hilton gibi bir süs bebeği ve Aliye Rona gibi namus timsali olmalıdır...

45 yaş ve üstü:
Son düzlükteki bu adam daha önce evlilik yapmadıysa artık bundan sonra onunla evlenecek kıza da pek hayrı olmaz. Müzmin bekarın cinsel ihtiyaçlarını da karşılayan bir hizmetçi kalıbı er kişinin beynindeki portredir.

Ailesi ile iyi geçinmesini beklemez artık erkek kızdan bu yaşlarda. Soğuk savaş içeren bir “pax romana” hayatın gerçeğidir. Bayram ziyafeti , yılbaşında bir merhaba yetecektir. Kız çocuğu kendi ailesini zaman ve yük olarak ilişkiye çok fazla bindirmemelidir.

Kızımız artık bu yaş grubundaki erkeğe rahat olabilir. orta yaş - son düzlük arasındaki mesafeyi koşmaya başlamış erkek bu saatten sonra zevkleri ve değişikliği komplekslere tercih edecektir. Kızımızın dikkat edeceği en önemli nokta erkeğe yatakta kendisini kaplan gibi hissettirip, kendi yırtıcılığını da araya yedirmektir...

Erkek bu yaşta kadından gençlik ve tazelik dışında pek bir şey beklemez. cıvıl cıvıl ve seksi olması kızın başka eksikliklerini örtecektir.

Bu yaş grubundaki erkek, kızın bakımlı olmasına artık tamamen dikkat eder hale gelmiştir. Yıllar ve aradan geçen diğer kadınlar erkeğe pek çok detayın farkına varacak kadar bilgi yüklemiştir.

insanın aşka zulmü

herkesin ağzında bir "aşk" sakızı. liseli bebelerden , yaşını başını almış insanlara dek. "aşk" yok hayatımda,yüzüm gülmedi,ulan bulamadık şöyle bir hatun / herif bir alay serzeniş. sanki aşk olsa herşey güllük gülistanlık olacak. oysa aranan "aşk" nedir kimsenin ondan bile haberi yok.

bir insan düşünün , yemekten hiç anlamayan,hani yaşamak için yiyenlerden o insana dünyanın en mükellef sofrasını da kursak alabileceği keyif ve doyum "tavuk döner yanına ayran" dan daha çok olmayacaktır, hatta belki de alışık olmadığı tanımadığı yemekler yüzünden şikayetçi bile olabilecektir. bunun gibi bir nev'i karşımızdakinin ruhundan beslendiğimiz ikili ilişkilerde de vizyonumuz,gustomuz,görgümüz yaşadığımız "duygu durum yoğunluğu" ndan alacağımız keyfi belirliyor. karşımızdan alabileceklerimiz bizim algı kapasitemizle sınırlı. kütüğün tekiysen "leyla" nın sana sırılsıklam aşık olması, acuzenin tekiysen "kerem" in senin için dağları delmesi anlamsızdır. ayrıca hayata dair binbir türlü mutsuzluğu ve tatminsizliği pansumanlıyacak bir ilaç da değildir aşk ve aşık.günlük, gelgeç ilişkilerin adını "aşk koyuyor artık modern insan.

çoğumuz gündelik hayattaki tempo,şans ve benzeri sebeplerden dolayı asıl beklentilerimiz doğrultusundaki insanlarla çok sık beraber olamıyoruz. olsak dahi donanımlarımız beklentilerimizi taşıyan insanlara yetmiyor o zaman da. güzelliğin,hoşluğun,bilginin, her şeyin ama her şeyin paraya endekslendiği çevrilebildiği bir hayatın içinde umutsuzca paha biçilmez ama paraya da çevrilmez duygular arıyoruz. iyi adam ya da şefkatli bir kadın olmak artık bu dünyada bir "zaaf" hepimiz farketmesek de, kabullenmesek de vicdanlarımızın bir kısmını kaybettik. kollarımızı açtığımız kadını veya adamı hep bir gözümüz açık seviyoruz. haklıyız da artık yanında kendimizi güvende hissedebileceğimiz kimse kalmadı çünkü biz de çok güvenilir değiliz.

kötülük gördükçe iletişim biçimlerimiz gitgide paranoyaklaşıyor. bir önceki sevgiliden,eşten ne düzeyde muammele gördüysek, bir sonrakine çok daha kuşku ve bazen acımasızlıkla yaklaşıyoruz. bu koşullar altında "aşk" yaşanabilir mi ya da yaşanan şeye "aşk" demek mümkün mü ?

üstelik tamamen ortalama ve fastfood bir beğeni ile donandık hepimiz. ticari trendlerin yoğurduğu , satın alınabilir,edinilmiş güzellikler ve standart cazibeler tetikliyor algımızı. üst - baş,parfüm,giysiler. ne kadar farklı olduğumuza inansak da bulunduğumuz toplumsal katman içinde standardız. farkı sağlayacak tek şey kafanın içindekiler ve "sevme" kapasitesi. ama bunları da algılayacak sağduyuyu kaybettik bu parlak ekranların karşısında,televizyonlarda bizden başka herkesi,herşeyi anlatan dizilerin karşısında ... artık leylalar , menunlar alış veriş merkezlerindei sokaklarda birbirlerinin yanından farketmeden gelip geçiyorlar.biri yalnız , diğerinin kolunda hiç olmayacak bir kadın ya da erkek. üstelik bu herif bu kızı nerden bulmuş ya da şu hatunun yanındaki adama bak olmuş mu hiç ? dediğimiz zamanlarda ayıpladığımız büyük olasılıkla bize benzeyen ve içten içe mağdur olan taraf oluyor. o ayı kılıklı herif kendisine hiç sevgisi olmayan bir kadın için takla atıyor, o süprüntü karı beğendiğini sandığın herifin bin türlü kahrını çekiyor ...

"olsun" diye kendimizi yırttığımız ama çoğunluğu başkalarının değer yargılarına ve beğenilerine göre biçimlenmiş ilişkilerde hayatımızı harcıyoruz. olmaycak duaya amin diyor , çabalıyor , koşturuyor ama sonuç alamıyoruz ve doğal olarak çok yoruluyoruz.bir kısım insan kendisini sadece alkole, maddi değerlere , cinselliğe gömerek uyuşmaya çalışıyor , kimi inançlarla teskin edip uyuşmak peşinde (kuantumlar,feng şuiler vs.) ama iş görmüyor . aslında tek ihtiyacımız içten bir söz, gülümseme , şöyle kocaman sarılacak kollar.

kendimizi tanımadığımız için erken ve saçma sebeplere dayanarak yaptığımız seçimler bizi paramparça ediyor. kendimizi gerçekten tanımadan yaptığımız seçimler yüzünden ne istediğimizi farkettiğimizde çok geç oluyor. sevgi ve şımartılmaya (her zaman) aç olan insan ruhu sevilmeden , özlenmeden , arzulanmadan geçirilen yıllar içinde kuruyor , unufak oluyor. mesleğine ,gelirine göre seçtiğin erkek yıllarca 1 çiçek almayı akıl edemiyor, çiçek almayı eve saksı çiçeği getirmek sananı var. en iyi giyinen, en güzel , en alımlı diye seçtiğin kadın annesinin , arkadaşlarının , işinin ve bin türlü "sen" haricindeki şeyin oluşturduğu dünyasında sana "lutufen" yer açıyor.hiçbir zaman seni gerçekten sevdiğine emin olamıyorsun ...

sonra gözler , gönüller kaymaya başlıyor. kendimizi ve duygularımızı kirletiyor , onurumuzdan feragat ediyoruz. başka beğenilerde , başka algılarda beğenilmenin peşine düşüyoruz. bir yandan da daha çok harcayıp , daha fazla tüketerek açlıklarımızı doyurmaya çalışıyoruz ve fakat ne yazık ki sevilmenin yerini hiçbiri tutmuyor. uzun yıllar boyunca 1 kere bile isteyerek birine sarılamıyoruz. çok ihtiyacımız olsa bile yanımızdakinin elini tutamayacak kadar kopup gidiyoruz ....

devam edecek ...


nöri kantardan haluk tiplemesine türk erkeğinin 35 yıllık senaryosal evrimi ;

trt denetim cenderesinin de etkisi ile fazlası ile muhafazakar kantar ailesinin etrafında dönen kaynanalar dizisi 70li yılların türk aile yapısı için iyileştirici bir ( sözümona) rol modeldi. nööri gantar nam, kayserili, başarılı işadamı ( tekin akmansoy), karısı nööriye ( leman çıdamlı) ve yanaşma/ hizmetçileri döndü ( defne yalnız) ile temsil edilen ve sürekli dürüstlüğüne , samimiyetine vurgu yapılan ataerkil kantar ailesi ile tijen ve timuçin'in oluşturduğu batılı değerlere düşkün kentsoylu , kadının hakim olduğu aile arasında geçen bir nevi ahlaki menkıbeler manzumesiydi.

kara kafalı , cahil tribünlere oynamak adına devamlı olarak tijen'in opera merakı , sosyal birey olma adına yaptığı etkinlikler ya da ev toplantıları gibi faaliyetler aşağılanır kantar ailesinin ortalama görgüdeki bir türk'ü temsil eden günlük yaşam alışkanlıklarına göre manasızlığı vurgulanırdı. opera yerine bağlama , hayvan derneği bağış yemeği yerine düğüne gitmek , parti / davet vermek yerine " gün yapmak" . ayrıca kadına bakışı bakımından da ( eksik etek , yarım akıl ) 70li yıllar türkiyesini düşündüğümüzde fazlası ile doğulu ve feodal bir senaryoya sahipti.

fazlası ile mesaj kaygılı ve köylülük değerlerine vurgular, atıflarla dolu olan dizi dönem türkiyesinde çok tutulmuş , sinema filmi dahi çekilmişti. kendisini kantar ailesinden ( ne sebeple belli değil) farklı gören kalabalıklar aslında varedemedikleri kentsel değerleri içselleştirmiş ama fazlası ile "karikatürize" ve "manüpüle edilmiş" olan diğer aile tiplemesine bu dizi sayesinde gerçek hayatta edemedikleri hakaretlerin edilmesini orgazmvari bir mutlulukla yıllarca seyretmişlerdir. 70'ler düşünüldüğünde topluma yaklaşık 40 yıldır alternatif olarak sunulan çağdaşlaşmanın sonucunda ortaya çıkan "kadın eşitliği" , "feodal aile yapısınına alternatif aile yapısı" , "yeni bir toplumsal hayat ve ilişkiler sistemi" sadece olumsuzlukları açısından kadraja girmiş, girebilmiştir.

bugün de televizyonlarda yeralan onlarca yenmez , yutulmaz pespayeliğin normalde bunları tüketmediğini söyleyen yığınlar tarafından bir tür "şehvet" ile seyredilmesi,, aslında türk insanının bağlılık hissettiği değerleri ile olmak istediği arasındaki dehşet verici fark yüzündendir. aslında ekranda seyrettiğ yol yordam bilmez köylü ne kadar inkar etse de "içindeki" dir. yorumlama ve olumlama açısından bakıldığında fethullah gülen'i şevki yılmaz'ı , bülent arınç'ı , abdullah gül'ü "kaynanalar" dizisinin senaryosunda gülümserken görebilirsiniz. aşırı muhafazakar dediğimiz kesim "asri hayat" olarak algısında özetlediği kavrama olan ideolojik direncine moral bulduğu bu tarz yapımlarla kendisine çok taraftar bulmuştur.

aşırı ve uzlaşmaz muhafazakarlıkta olmayan ama töre , yöre , din gibi unsurlara atıf yaparak entellektüel birikimi ile yer bulamadığı zeminlerde saygınlık kazanmaya çalışan oprtünist yeni kentli tipleme ise yıllar sonra kendini " haluk " da buldu. aile babası, kadınına sahip çıkan , çalışmasını istemeyen ( diğer insanlar karılarını pazarlıyor sanki) , evde otursun çocuk yapsıncı "sert erkek" her iki cinsiyetin de gizli duyarlılıklarını gıdıkladı. ev düzeninden , sosyal ilişkilere tamamen meltem'in düzeninde yaşayan haluk'un her fırsatta feodal gelenekselliği övmesi ve buna özlemini dile getirmesine rağmen son anda hep çarketmesi günlük hayatta her iki cinsiyetin de "ondan iyisini" ya da "şimdi kim bulacak yenisini" tavrının duygusal soslu bir izdüşümüdür.

görgünün , aklın , fikrin boyunun yetmediği yerde gelenekçi ama yaşam tarzının genelinde modernist hatta fazlası ile yırtıcı bir çağdaşlıkla hayata tutunan ortalama anadolu kökenli türk insanına bir övgüdür "haluk" karakteri ve en içinde , o anda bunları yaparken hem kadın , hem erkekdir. anadolu geleneğinde varolan , bin yıldan fazla toplumsal yapıyı savaşlara, salgınlara , kıtlıklara rağmen ayakta tutan kalenderlik , tok gözlülük, sosyal eşitlikçilik gibi değerler haluk'un hayatında hiç yer bulmaz. rekabetçi ve itiş kakışa dayalı bir dünyanın insanıdır. çocukları özel okula gider, karısı plaza insanıdır hatta takım olarak da 3 büyüklerden birini turtar. ezilenle işi olmaz . onun geleneksellikçiliği sadece ev hayatında ve sosyal hayattaki alfa erkeği konumunu güçlendirme adınadır.

birol güven denen esnafın bu ikisini boşandırmak üzerine kurduğu senaryonun dönüp gelebildiği yer ise "3. çocuğu yapsak ya meltem" geyiği oldu. yıllar boyunca kocasnı gördüğü her erkeğe şikayet eden meltem'in ve karısından memnuniyetsizliği çaycısının bile malumu olan haluk'un evliliklerinin senaryosal bazda bile olsa "idealize" edilmesi ortalama dizi izleycisinin fena halde entellektüel zeka yoksunu ve etik sorunları olan bir kitle olduğunun göstergesidir. gene searyosal zorunluluklardan kaynaklansa da bu çiftin neredeyse hiç dışarı çıkmayan, tatil yapmayan, insan içine çıkmayan yaşamsal refleksleri çayın yanına çekirdek çitleyerek, dizileri seyretmekten çok yaşayan ortalama türk ailesine ekstra bir güven vermeye çabasıdır.

çocuk eğitimi konusunda nöri kantar'ın bile gerisinde olan haluk sadece meltem üzerinden aile ile ilgilidir aslında. havuç'a verdiği nasihatler ve disiplin önerileri sokaktan geçen bir yabancının verebileceklerinin ötesine hiç geçmez. duygu ise ambalajının (namus) korunması gereken bir metadan daha fazlası değildir. bu senaristler ve yapımcılar tarafından toplumumuzda aile içindeki iletişim ve sevgi eksikliğinin yutulabilen bir acı ilaç haline getirilmesidir. vicdani açıdan rahatsız edici veya sorgulatıcı hiç bir öğeye yaslamadan duygular arasında slalom yapıp, eve televizyon alıp sofraya yemek koymuş anne babaya kendileri iyi hissettirilir. tekin akmansoy fazlası ile primitif de olsa nöri kantar vasıtası ile bazı değerlere atıfda bulunarak izleyiciye arada sırada da olsa "peki sen ne yapıyorsun ?" deme cesaretini gösteriyordu.

iki dizi ve iki erkek kahraman arasındaki fark türk toplumunun 40 yıllık trajedisidir. şimdi tamamen meta endeksli ve yarım yamalak, varlığı kendi ile müsemma bazı sözde geleneklerle süslenmiş 30 yıl öncesini "tarihsellik", babasının zamanını asr-ı saadet zanneden okuyamayan, yazamayan bir kara cahil kitlenin egemen ve makbul olduğu düzeni yaşıyor ve alkışlıyoruz. değerlerinin tamamı değersizlik olan bu yeni burjuva ve onlara özenen geniş halk yığınları artık tamir edilemez bir çöküntünün üzerimize bıraktığı enkazdır. ne yazık ki bu toplum (senaryolardaki) münir özkul'u, sadri alışık'ı, ayhan ışık'ı artık beyaz perdede ya da televizyonda görmeye tahammül edemez hale geldi. en derinde o güzel insanların yüzüne bakamıyoruz artık. yaşar usta giderken bize "öz" oğlu yerine ahlaki antitezi olan nöri kantar'ın devamı ve daha fenası olan haluk'u bıraktı.